Türkiye ortamında sağdan soldan gelen haberleri bir araya toplayıp kısaca önümüzdeki ikinci yarıya bakmaya başlayalım. Görece iyi olanlardan başlayalım: Enflasyonla ilgili olarak bir program yürüyor, Merkez Bankası ona uygun hareket ediyor, oradaki haberlerde bir değişiklik yok. Ekonominin kalanına ilişkin bir iki göstergeye dikkati çekeyim. Şubat ayı sonu itibariyle baktığımızda, imalat sanayii üretimi %9.9 artmış. Geçen sene bunun biraz üstünde, 10'un biraz üstündeymiş. Yani büyüme hızı kabaca geçen sene olduğu düzeyde. Dolayısıyla, "üretimde yavaşlama var", denildiğinde biraz dikkat etmek gerekiyor. Üretim galiba pek yavaşlamadı ekonomide.
Cari açığımız geçen yılın ilk 2 ayında 3.164 milyon dolarmış, bu sene 3.806 milyon dolara yükselmiş, çok artmamış ama açık az da değil. İhracatımız %23 artmış, ithalatımız da %24 artmış, aşağı yukarı aynı hızla artmışlar diyebiliriz. Fakat ithalat rakamı daha büyük olduğu için, ondaki artış miktar olarak daha çok yansıyor, büyük bir olasılıkla cari açık ondan büyüyor. Türkiye ekonomisinde hızlı büyümeden dönme diye bir şey pek gözükmüyor. Üretimde hızlı bir artış var, ama bununla beraber ihracatta da bir artış görüyoruz. Yalnız sorun doğurabileceği düşünülen, geçen sene de üzerinde durduğumuz konu olan cari açıkta da iyileşme yok. İki aylık gözlem yeterli değil, bundan bir şey çıkmaz, daha turizm mevsimi gelmedi diye düşünebiliriz. Doğrudur da. Dolayısıyla bu rakama bakıp "işler kötüye gidiyor" diyemeyiz ama cari açıkta pek bir değişiklik olmadığı da açık.
Esas üzerinde durmak istediğim nokta şu; ekonomideki yavaşlama galiba geçici bir olaydı. Gözlenen yavaşlamanın kaynağı üzerinde biraz daha durmak gerek. Özellikle geçen senenin son çeyreğinde olup bitenlere bakmak lazım. Fakat ekonomi hız kesmişe benzemiyor, bu da cari açık üzerindeki baskıyı devam ettiriyor. Tabii her şeyin çaresi vardır, istenirse bu konuda da önlemler alınabilir.
Peki etrafımızdaki dünya nasıl? Dünya yavaş yavaş geçen seneden farklı bir yere doğru gidiyor, ABD'den başlamak lazım, çünkü çok etkili. ABD'de malum, müthiş bir cari açık var, 660 milyar dolar kadar. Onun gibi dehşet verici bir de bütçe açığı var: 440 milyar dolar kadar. Bu durumda tahmin edilebileceği gibi ve Greenspan gibi deneyimli bir Merkez Bankası Başkanı'ndan beklenen uyarı geldi: Faizleri yükseltiyor. Faizlerin yükselmeye başladığı ve yükselmeye devam edeceği sinyalini verdiği bir dünyaya geçiyoruz. Bu önemli, çünkü biz cari açığımızı borç alarak finanse eden bir ülke olduğumuz için bu bizim borçlanma maliyetimizi arttıracak, onun için dikkat etmemiz gerekiyor. Tabii şu ara bazı iyi haberler var, onları da atlamamak gerek. Doğrudan yatırım biçiminde, bankacılık, vs., sermaye geliyor. Bu da durumu biraz değiştiriyor. Ama sanıyorum cari açığın büyüklüğü ile karşılaştırıldığında bizim borçlanma gereğimiz devam edecek.
AB'ye bakıyoruz, ekonomik haberler pek iyi değil. Alman ekonomisi hâlâ tökezliyor. Dolayısıyla onların da bazı önlemler alacakları bir dünyaya doğru gidiyoruz. Alabilirler mi alamazlar mı, ayrıca tartışılır ama.
AH: Çin'le ilgili önlemlerden mi bahsediyorsunuz?
HE: Sadece o değil. Kendileri açısından, kendi politikalarını değiştirmek açısından önlemler alacaklar. Çin'e daha sonra geleceğim, üçüncü sırada o var. Demek ki AB'de de bir şeylerin değişmesi olasılığı var. Aslında Avrupa bizim gibi, çok zor hareket ediyor, Amerikalılar daha hızlı önlem alabiliyorlar.
Çin başlı başına bir sorun halinde. Şu anlamda: Dış ticareti hızla artıyor, dünya ekonomisi ile büyük bir hızla bütünleşiyor. Bu bütünleşme biçimi tartışmalara yol açıyor. Haklı veya haksız, "fiyat kırıyor" eleştirisi var. Bunu haksız rekabet olarak görenler var. Ama belki de gerçekten bazı malları çok ucuza mal ediyor. Ama sonuç değişmiyor, Çin dahil (parasının değerini yükseltmesi gibi) bütün dünyanın tavrını etkileyecek bir gelişme bu. Bunlar olacak, çünkü büyük bir dengesizlik var ve bunun bir şekilde giderilmesi lazım. Belki Çin parasının değerini yükseltmek için gelecek seneyi planlıyordu, ama mecbur kalıp daha önce yapacak. Belki bu düzeltmeyi kısmen yapacak. Bilemiyorum, ama önemlice bir şeyler olacağa benziyor orada.
AH: Ama henüz ne olacağı da çok net değil herhalde?
HE: Değil, çünkü Çinlilerin benim anladığım kadarıyla "oh olsun size, biz bir şey yapmayacağız!" dedikleri yok. Yalnız "bu önlemleri şimdi alırsak, kendi ekonomimizde çok büyük sorun çıkabilir, onun için hızla reformlarımıza devam edelim, yani dalga geçmeyelim, ama sağlama geldiğimiz zaman yapalım" diyorlar. Bir çok iktisatçı da Çin'in başka çaresi yok" diyor. Fakat başta Amerika, şimdi Avrupa da diyorlar ki "tamam Çin haklı olabilir, ama bu iş böyle devam ederse bizim ekonomimiz gidecek". Dolayısıyla iki tarafın da sorunları var. Bir ortak noktada buluşmaları gerekiyor. Bir tarafın çıkarı bu işin çabuk olmasında, ötekisinin de biraz daha geç olmasında. Bu da bir çekişme yaratıyor. Ama belli ki bir dengesizlik var. Dünya burada durmayacak, bir yerlere götürülecek. Şu sonuç çıkıyor: Dünya iktisadi ortamı değişiyor ve bu da hızlı olacağa benziyor.
Biraz da yakın çevremize bakarsak, her zamanki gibi pek sakin değil maalesef. İran'la ABD arasında bir gerginlik var. Onun çözülmesi lazım, çünkü bir huzursuzluk yaratıyor bizim açımızdan. İran'ın tavrından Türkiye de rahatsız.
Ama bir noktayı vurgulamadan geçemeyeceğim. Dün akşam televizyonda bir konuşmacı, Genel Kurmay Başkanı'nın İran'ın nükleer silahı olduğunu söylediğinden söz ediyordu. Ben öyle bir şey söylediğini anımsamıyorum. Söyleyeceğini de sanmıyorum, çünkü yanlış. İran'ın füzeleri var, nükleer programı var ama şu anda nükleer silahı olduğuna dair benim bildiğim ne ABD'nin ne de bir başkasının iddiası yok. Söylenen şu: "yok ama yapabilir." Bu ise nükleer silahı var demekten çok farklı bir şey. Ama her halükârda bir sorun var orada.
Irak malum, söylemeye gerek yok. Suriye de dalgalanmalar gösteriyor. Şu anda Suriye önemli bir jest yaparak Lübnan'dan askerlerinin tamamını hızlı bir şekilde çekiverdi. Öbür taraftan da belki Rusya ile bir anlaşma yaptı, o anlaşma çerçevesinde oradan uçaksavar füzeleri alıyor, vs.
Türkiye'ye gelirsek; AB ve IMF konusunda hızla bir frene bastık veya o görünümdeyiz.
AH: Başbakan frene basanın biz olmadığımızı söylüyor, karşı taraftan frene basıldığını söylüyor ama...
HE: Haklı olabilir, onu yargılayacak durumda değilim, ama olayda bir yavaşlama olduğu açık. Ama bana yine de bizim buradan frene basılmış gibi geliyor. Sonuçta AB konusunda hava birdenbire döndü. Dönerken de bir şeye dikkatinizi çekeyim, iktisadi sorunlarla ilgili olarak dönmedi. Daha oraya gelmedik. Bu nokta önemli. AB'ye ilişkin alınması gereken önlemlerin yükü gündeme gelmedi. Onun tartışmaları başlamadı bile. Siyasi plandaki bazı tartışmalarla bu sürece girildi. Bunlar önemsizdir anlamında söylemiyorum....
AH: Ekonomik olmadıklarına göre hayati değiller?
HE: Bunlar hakkında kendi fikrimi söyleyeyim; AB sürecinin neresinde olursak olalım bu tür sorunlar olacak. "Vazgeçtik" desek de bu sorunlar olacak. Tabii bunların birdenbire ortaya çıkması bir yük yarattı.
Buradan IMF'ye geçeyim; "IMF ile anlaşma yapılacak" deniyor. Ama bir türlü yapılamıyor. "Yapılmayacak" dense sorun yok da, bir türlü yapılmayınca garip kaçıyor. Böyle olunca Türkiye'nin kendi programı nedeniyle yapması gereken (ta 1999'da başladığımız, 2001'de yenilediğimiz programı kastediyorum) reformlarda da bir duraklama var. Esas duraklama orada. Bazı yasalar çıktı, bazılarının daha çıkması gerek. Uygulama konusunda fazla bir atılım yok. Bunları bir araya getirince ve daha evvelki manzara ile bağdaştırınca şöyle bir şey ortaya çıkıyor: Hızlı bir değişim var etrafımızda, dünyada. Türkiye zaten bazı değişikler yapması gereken bir noktada. Bunlara kabaca reform diyoruz. Fakat Türkiye bu süreçte bir duraklama içinde. Bu böyle devam edemez.
AH: Peki bu duraklamada sebep nedir?
HE: Ben biraz aşırı iktisatçı görüşle davranayım. Biz reformlarda şu noktaya geldik: Şimdiki hükümet daha önce kararı alınmış olan noktalarda yola devam etti ve bazı yasal düzenlemeler yaptı. Bu noktaya kadar olaylar görece kolaydı. Hükümet kolay olanları seçti demiyorum. Öyle değil, zaten işin mantığı gereği, önce yapılması gerektiği için onlar yapıldı. Fakat şimdiden sonraki gündemde yer alan maddeler, mutlaka toplumda birisine az ya da çok zarar veren, ya da öyle demeyeyim, ama rahatsızlık veren konular. Örneğin sosyal güvenliği düzene sokmanız için sonuçta emekli hakları ile ilgili bir olumsuz düzenleme yapmanız gerekebilecek. Bunlar da popülariteyi zedeleyen şeyler, iktidar da bundan çekiniyor. Sanıyorum bu noktaya geldiğimiz andan itibaren bu duraklamalar başladı.
Onun için, "duraklama sadece Avrupa tarafından değil, Türkiye tarafından da var" dedim. Reformlar konusunda ne yapacağı, bunu topluma nasıl anlatacağı konusunda kendisinden çok emin olmayan hükümet, duraklamayı tercih etti. Yani "nasıl yapacağını bilmiyorsan hiçbir şey yapmamak daha iyidir" çizgisine geldi. Ama bu sürdürülebilir bir çizgi değil.
AH: Bir şekilde harekete geçilmesi gerekiyor.
HE: Mutlaka, çünkü hiçbir şey yapmamak bazen bir şeyleri bozmak, yani olumsuz bir şey yapmak anlamına gelir. Şimdi o noktaya geldik. Böyle bakınca da süre bence doldu gibi, yani hükümet daha fazla bekleyemez. Onun için, yılın ikinci yarısını ben farklı olacak gibi düşünüyorum. Karar alıcıların buna dikkat etmeleri gerekir diye düşünüyorum. Hem dünya konjonktüründeki değişiklik, hem de buna Türkiye'nin vermesi gereken yanıt gündemi beliriliyor.
"İkinci yarıda durum değişir" derken, "30 Haziran'da bir dünya bitecek, 1 Temmuz'da başka bir dünya başlıyor" anlamında söylemiyorum. Bazı değişiklikler belki Ekim ayını bulur, bazıları daha önce olur.
AH: En azından planlanmasına başlanması lazım.
HE: 2005 böyle gider şeklinde yılbaşında yapılan bir projeksiyonun tutmaması olasılığı yüksek gözüküyor.
AH: Sizin bu konudaki ilgi ve uzmanlığınıza dayanarak başka bir konuda danışmak istiyorum. Yeni bir haber geldi; aslında İncirlik üssünün genişletilmesi ya da genişletilmemesi, orası çok hâlâ net değil ama bir de F16 modernizasyonu ile ilgili haberler geldi, 1.1 milyar dolarlık bir anlaşma imzalandı ABD ile. Bu zaten planda olan bir modernizasyon muydu yoksa ne oldu?
HE: Bizim ülkemizde, haber takibi yoktur. Çıkan haberlerle de pek ilgilenmiyorlar. Bu olay geçen sene Ekim ayından kalma. Türkiye ne zaman başvurdu, resmi görüşmeler ne zaman başladı bilmiyorum. Benim bu okuduğum havacılık dergilerindeki haber. Türkiye'de F-16 uçakları uzun zamandır görev yapıyor. Bunların modernizasyonu gerekiyor, zaman içerisinde teknolojik, yeniliklerin adapte edilmesi, vs. gerekiyor. Bu da pahalı bir proje ve bunun gerektirdiği malzeme, vs. bütün detayı ile havacılık dergilerinde yayımlandı. Bunlar Amerika'dan alınacağı için, bu konuda Amerikan Kongresi'nde izin isteniyor. Amerika'da ilgili kamu otoritesi (US Defense Security Co-opeation Agency) 7 Ekim 2004'de bir not yayınladı; Orada dedi ki, "Türkiye'nin böyle istekleri var, bu istekleri biz değerlendirdik. Bunların sağlanmasında ABD'nin çıkarlarına ters düşen bir şey yoktur. Biz bu görüşü Kongre'ye ilettik." Yani F16 modernizasyonu, yıllarca önceden planlanmış, ama zamanlaması bu tarihe gelmiş olan bir şey. Biraz büyücek bir rakam, ama maddelerin detayına bakarsanız, çok mantıklı görünüyor, bunlar gerekiyor, bu uçaklarda buna ihtiyaç var. (Başvuru aslında daha kapsamlı. Toplam maliyeti 3,888 milyar dolar)
AH: Yani bu politik bir karar değil öyle mi? Gereken, ve zaten önceden planlanmış bir şey?
HE: Tabii. Önceden planlanmıştı. Bu olayda politik bakımdan ilginç olan ne olabilirdi? Kongre "Türkiye'yi biz artık sevmiyoruz, onun için bunları vermeyelim" deseydi o zaman politik bakımdan önemli bir değişiklik olmuş olacaktı. Ama o değişiklik epeyce ilginç olurdu. Çünkü Amerika'da yönetimle ilgili birimin olumlu görüşüne rağmen Kongre böyle demiş olacaktı. O da olmadı.
Ama o zaman benim ilgimi Türk basınının bu konuyla ilgilenememesi çekmişti. Tabii herkes uçaklara benim kadar meraklı olmak zorunda değil, ama bu 1.2 milyar dolar önemli bir rakam.
AH: Gazetelerden biz de çok fazla bir şey anlayamadık, o yüzden merak ettik.
HE: US Defense Security Co-opeation Agency web sitesinde var. Karar da bulunabilir. ABD'de böyle kararlar kongreye bir gizli nota ile göndermiyor. Kamuoyuna da "ben böyle bir görüş bildirdim, haberiniz olsun" diye açıklıyor aylarca öncesinden.
AH: Yani rutin bir olaydı?
HE: Tabii.
(28 Nisan 2005 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)